21 Aralık 2009 Pazartesi

Bilişsel-Davranışçı Terapiler 1

Bir Obsesif-Kompulsif Bozukluk Vakasında Bilişsel-
Davranışçı Terapi Uygulaması
Nurcan GÖKÇAKAN*
Özet – Bu çalışma, bir obsesif-kompulsif bozukluk vakasına uygulanan Bilişsel-Davranışçı Terapi’yi
içeren bir vaka çalışmasıdır. Vaka, 55 yaşındaki Bayan M’dir. Bayan M. kirlilik düşüncesinden dolayı
önce toplu taşıma araçlarına binmemeye başlamış, sonraları bu durum akrabalarının ve arkadaşlarının
özel araçlarına binmeme şekline de dönüşmüş, sonraki aşamada ise Bayan M. artık başkalarının evine
gitmemeye ve kendi evine de başkasını davet etmemeye başlamıştır. Bayan M. bu davranışları
yapmak zorunda kaldığında ise, eve döndüğünde banyoda uzun süre yıkanıyor ve iç çamaşırları da
dahil olmak üzere tüm giysilerini yıkıyordu. Vaka’ya haftada bir kez olmak üzere beş ay süren bir
terapi uygulanmıştır. Gevşeme egzersizi ve bilişsel yeniden yapılandırma tekniği kullanılmıştır. Bu
bozukluğun temel ilkeleri olan kontrol ve kaçınma davranışları üzerinde çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler – Obsesif-kompulsif bozukluk, bilişsel davranışçı terapi.
Abstract – An Application of Cognitive Behavioral Therapy on an Obsessive-Compulsive Disorder –
This is a case study which includes cognitive behavioral therapy applied to a obsessive-compulsive
disorder. The case is Mrs. M. who is 55 years old. Mrs. M. started not to get on public transportation
vehicles because of thought of dirtiness. Then she started to avoid to get on the vehicles of her
relatives and close friends. At the next step, it caused her not to get out of her home and invite nobody
to come her home. If she couldn’t avoid this kind of behaviors, when she came her home both she was
having a long bath and washing her all dresses. A therapy was applied to Mrs. M. once a week for
five months. Relaxation training and cognitive reconstruction techniques were used. It was studied on
control and avoidance behaviors which are the basic principles for this disorder.
Key words – Obsessive-compulsive disorder, cognitive behaviour therapy.
Giriş
Ruhsal hastalıkların; yaşamın bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal alanları üzerinde
olumsuz etkileri bulunmaktadır. Kişinin ruh sağlığının bozulması onun yaşam kalitesini
olumsuz olarak etkilediği gibi, kendini, çevreyi ve dünyayı algılamasında da bir takım
sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Nitekim DSM-IV R’de yaşam kalitesindeki
bozulmanın ruhsal bozuklukların gelişimindeki yeri ve tedavi etkinliğindeki önemi
vurgulanmıştır (Amerikan Psikiyatri Birliği, 1994). Yaşam kalitesi kişinin öznel olarak
yaşamdan memnuniyetini, genel iyilik halini ve işlevselliğini yansıtan bir kavramdır
(Angermeyer ve Kilian 1997, Mendowicz ve Stein 2000).
Obsesif-Kompulsif bozukluk (OKB) kişinin sosyal ve mesleki işlevlerinde belirgin
bozulmaya yol açan, rahatsız edici, benliğe yabancı yineleyici ve bunaltı oluşturan
* Nurcan Gökçakan, Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü,
.
82 BİR OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK VAKASINDA BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI TERAPİ …
Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
düşünceler (obsesyon) ve bunaltıyı gidermek için yapılan yineleyici davranış ya da
zihinsel eylemlerle (kompulsiyon) tanımlanan bir psikiyatrik bozukluluk (Amerikan
Psikiyatri Birliği 1994).
Obsesyonun en iyi tanımı Schneider tarafından yapılmıştır. Ona göre obsesyon
kişinin kendisini bir bilinç içeriğinden kurtaramadığı zaman ortaya çıkar. Bunlar
hastanın aklından atamadığı veya aklına gelen ısrarlı düşünceler, dürtüler, imajlar,
kuşkular ve korkular şeklinde olur. En sık görülen obsesyon temaları kir, bulaşma ve
agresyonla ilgilidir. Obsesyonlar motor eyleme dönüştüklerinde kompulsiyon adını
alırlar. Kompulsiyonlar direkt olarak oluşur. Örneğin obsesyonel bulaşma ve kirlenme
korkusu kompulsif yıkanmaya neden olur (Yüksel 1994, s.160-161).
DSM-IV-TR da (Diagnostic and Statical Manual of Mental Disorders, 4th Edition)
obsesif- kompulsif bozukluk şu şekilde tanımlanmaktadır (Köroğlu, 2001, s.198-199).
Obsesyonlar:
1. Bu bozukluk sırasında kimi zaman istenmeden gelen ve uygunsuz olarak
yaşanan ve belirgin anksiyete ya da sıkıntıya neden olan, yineleyici ve sürekli
düşünceler, dürtüler ya da düşlemler,
2. Düşünceler, dürtüler ya da düşlemler sadece gerçek yaşam sorunları hakkında
duyulan aşırı üzüntüler değildir.
3. Kişi bu düşünceleri, dürtüleri ya da düşlemlerine önem vermemeye ya da bunları
baskılamaya çalışır ya da başka bir düşünce ya da eylemle bunları
etkisizleştirmeye çalışır,
4. Kişi obsesyonel düşüncelerini, dürtülerini ya da düşlemlerini kendi zihninin bir
ürünü olarak görür (düşünce sokulmasında olduğu gibi değildir).
Kompulsiyonlar:
1. Kişinin obsesyona bir tepki olarak ya da katı bir biçimde uygulanması gereken
kurallarına göre yapmaktan kendini alıkoyamadığı yineleyici davranışlar (Örn.
El yıkama, düzene koyma, kontrol etme) ya da zihinsel eylemler (Örn. Dua
etme, sayı sayma, bir takım sözcükleri sessiz bir biçimde söyleyip durma),
2. Davranışlar ya da zihinsel eylemler, sıkıntıdan kurtulmaya ya da var olan
sıkıntıyı azaltmaya ya da korku yaratan olay ya da durumdan korunmaya
yöneliktir; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler ya etkisizleştirilmesi ya
da korunulması tasarlanan şeylerle gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da
açıkça çok aşırı bir düzeydedir.
Obsesif-kompulsif bozukluğun ortaya çıkışı ya da en azından yardım talebi,
genellikle kompulsiyonların kendisinin de bir kaygı kaynağı haline gelmesiyle olur.
Kompulsiyonların kaygı yaratmaları şu nedenlerle olabilirler (Sayılgan, 1998, s.72).
1. Çok vakit alabilirler ve bu nedenle hastanın diğer fonksiyonlarını engellerler,
2. Hastaya ve çevresine fiziksel zarar verecek düzeye ulaşabilirler. Örneğin sık sık
yıkanma sebebiyle ellerin yara olması gibi,
GÖKÇAKAN 83
Cilt 1, Sayı 1, Haziran 2005
3. Tıpkı obsesyonlar gibi saçma ve anlamsız davranışlardan oluşabilirler ve bu
durum hastada kaygı yaratabilir,
4. Çoğu zaman dışarıdan gözlenebilir davranışlardır ve çevreden fark edilirler.
Bu bozukluk genellikle süregen ve inatçı bir hastalık olduğundan kişinin yaşamı
kısıtlanır, verimi düşer, çevresindekiler bıkar. Kişinin uyumu bozulur, işini yapamaz,
çevresi ile ilişkilerini sağlıklı yürütemez. Kişi saplantılarının aklına gelmemesi ya da
tekrarladığı hareketleri yapmamak için kendini zorlar; fakat zorladıkça istenmeyen
düşünceler akla gelir, istenmeyen hareketler tekrar tekrar yapılır.
Saplantı ve zorlantı olarak da tanımlanan bu bozukluklar kişiyi son derece tedirgin
eder. Kişi bunların kendisine çok büyük sıkıntı verdiğinin farkındadır fakat bunları
yerine getirmeyince daha büyük sıkıntı yaşar.
Obsesyon-kompulsiyon türlerine bakıldığında; bulaşma ve temizlik, şüphe, düzen,
saldırganlık, zarar verme, dinsel, sayma, cinsel ve hastalık olarak sıralanabilir.
Amerika Birleşik Devletlerinde ve Kanada da yapılan epidemiyoloji
araştırmalarının sonuçları obsesyon-kompulsiyon bozukluğunun yaşam boyu yaygınlık
oranının %2.5-3 olduğunu ve bu ülkelerde fobiler, ilaç tutkunluğu ve depresyonlardan
sonra dördüncü sıklıkta görülen bozukluk olduğunu ortaya koymuştur (Rasmussen ve
Eisen, 1992, s.743). Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğinde yapılan
bir araştırmada en sık görülen obsesyonların; çeşitli maddelerle pislik bulaşma (%55),
başkalarına zarar verme (%50), simetri ve düzenlilik (%36), cinsel dürtüleri
denetleyememe (%32), obsesyonları olduğu; saldırganlık obsesyonu olanların
%68’inde cinsel obsesyonların da olduğu, bireylerin %59’unda birden fazla obsesyon
görüldüğü bulunmuştur (Medikomat, 1997).
Obsesif-Kompulsif Bozuklukta Bilişsel ve Davranışçı Tedavi İlkeleri
Bilişsel Tedavi:
Obsesif-kompulsif bozukluğun bilişsel tedavisinden söz edildiğinde, akla ilk gelen biliş
ve obsesyon bağlantısıdır. “Obsesyonlar, irrasyonel nitelikli düşüncelerdir ve bilişsel
tedavide temel amaç irrasyonel nitelikli düşüncelerle çalışmaktır. Dolayısıyla bilişsel
tedavide doğrudan obsesyonlar ele alınır”. Bu bağlantı doğru değildir, çünkü obsesif
hastalar gerçekdışı düşüncelere sahip olduklarının farkındadırlar ve sıkıntılarının
önemli bir bölümü bu farkındalıktan kaynaklanır. Bu nedenle obsesyonlarla, hastanın
bu düşünceleri yerine daha gerçekçi, alternatif düşünceler üretebilmesi temelinde
çalışılamaz.
Obsesif-kompulsif bozukluğun bilişsel tedavisinde temel amaç; hastanın hastalık ile
ilgili bilişlerinin ele alınması, hastalığı ve tedavi konusunda bilgilendirilmesidir.
Dolayısıyla, obsesif-kompulsif hastalarda ele alınacak bilişler şu türde olmalıdır.
• “Ben bu kadar kötü bir insan mıyım, neden aklıma böyle düşünceler geliyor?”
• “Ellerimi yıkamazsam, bu düşünce asla aklımdan çıkmayacak”.
84 BİR OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK VAKASINDA BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI TERAPİ …
Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
• “Bu düşünceler aklımdan çıkmazsa aklımı kaybedeceğim”.
• “Bu düşüncenin yarattığı sıkıntıya dayanamayarak kontrolümü kaybedeceğim”.
Obsesif-kompulsif hastalarda “kontrol” temel bir eğilimdir. Hastaya tedavi ilkeleri
aktarılırken, amacın bu defa hastalığı “kontrol etmek” olduğu önemle vurgulanmalıdır.
Daha önce de sözü edildiği gibi, obsesif-kompulsif hastaların belirtileri benliğe
yabancıdır. Bu nedenle “hastalık”, “hasta”dan ayrı olarak “hasta” ile tartışılabilir.
Obsesyonlar için “hastalıklı düşünce”, “takıntı” veya “tehdit” kompulsiyonlar ve
kaçınma davranışları ise “tedbir” kavramları, hastaya birlikte kullanılabilir.
Hastaya bu çerçevede bir tedavi rasyoneli çizildikten sonra, hasta için en kolay
olabilecek bir örnek davranış seçilerek bu ilke uygulamalı olarak hastaya
yaşatılmalıdır. İlkenin doğruluğunu hastanın yaşayarak görmesi, tedavinin ileri
aşamalarındaki işbirliği açısından oldukça önemlidir.
Davranışçı Tedavi:
Obsesif-kompulsif bozukluğun davranışçı yolla tedavisinde temel ilke, kaçınma
davranışlarının ele alınmasıdır. Obsesif-kompulsif hastalar farklı kaçınma davranışları
gösterirler. Fabik kaçınma, kompulsif kaçınma ve kompulsiyondan kaçınma. Bu tür
davranışlara şöyle örnekler verilebilir. Kirlenme ya da mikrop bulaşması korkusuyla
belerli yerlere gitmemek, dokunmamak fabik kaçınma davranışıdır. Obsesyonların
yarattığı kaygıyı azaltmak ya da nötrleştirmek amacıyla belirli hareketleri sık sık
tekrarlamak ise kompulsif kaçınma örneğidir. Diğer yandan kompulsiyona yol açacak
belirli davranışlardan kaçınmak, kompulsiyondan kaçınma olarak adlandırılabilir
(Televizyonu açtıktan sonra ellerini defalarca yıkaması gerektiği için televizyonu
açmamak gibi). Bu davranışların hepsi kaçınma davranışı olmakla birlikte aralarında
önemli farklılıklar vardır. Ayrıca tedavide ele alınış biçimleri de farklıdır. Bilindiği
gibi, kaçınma davranışının hasta açısından temel amacı kaygıdan kurtulmaktır. Fabik
ya da kompulsiyondan kaçınmada anksiyeteden kurtulmak amacıyla belirli bir davranış
tamamen ortadan kalkarken, kompulsif kaçınmada belirli bir davranışın sıklığı
olağandışı artar. Dolayısıyla tedavideki hedefler de farklıdır. Fabik kaçınma için üstüne
gitme teknikleri yararlı olurken, kompulsif kaçınma için durdurma teknikleri yararlı
olmaktadır.
Gerek üstüne gitme, gerekse durdurma aşamalarında, başlangıçta hastayla birlikte
olmak tedaviyi kolaylaştırabilir ve hastanın cesaretini arttırabilir. Ancak kısa bir süre
sonra hasta uygulamaları tek başına yapma konusunda teşvik edilmelidir.
Tedavinin Sonlandırılması:
Tedavinin sona erdirilmesi aşamasında, başlangıçta belirlenmiş olan hedeflerin gözden
geçirilmesi gerekir. Bu hedeflere ne ölçüde ulaşıldığı hastayla tartışılmalıdır. Ulaşılan
GÖKÇAKAN 85
Cilt 1, Sayı 1, Haziran 2005
hedefler hasta ve terapist açısından yeterli görülüyorsa tedavi sona erdirilebilir.
Tedavinin sona erdirilmesi daima bütün belirtilerin ortadan kalkmış olması anlamına
gelmez.
Gerek bilişsel gerekse davranışçı teknikler hastanın hastalığını anlamasına,
kavramasına ve hastalıkla baş etme becerilerini kazanmasına yöneliktir. Dolayısıyla,
bir eğitim niteliği taşımaktadır. Tedavinin sona erdirilmesi aşamasında tüm belirtiler
ortadan kalmamış olsa bile hasta bu becerileri tedavi sonrasında kendi başına
uygulayabilir (Sayılgan, 2003, s.76-82).
Vaka
55 yaşında olan Bayan M, psikolojik danışma merkezine başvurduğunda yakınmaları
beş yıldır sürüyormuş.
Yakınmaları; daha önce kirli kişilerin o koltuklara oturmuş ve tutunma yerlerine
dokunmuş olabilecekleri düşüncesiyle toplu taşıt araçlarına bindiğinde yoğun anksiyete
yaşama şeklindeymiş. Sonra bu durumu, yakınlarının özel araçlarına dahi bindiğinde de
yaşamaya başlamış.
Bayan M, yürüyerek ulaşamayacağı için bu araçlara binmek zorunda olduğunda
yolculuk bitinceye kadar çok yoğun sıkıntı yaşamakta, araçta hiçbir yere dokunmamaya
özen göstermekte ve eve geldiğinde iç çamaşırları da dahil olmak üzere elbiselerini
kapının önünde çıkararak, çamaşır makinesine atıp, hiçbir yere dokunmadan
yıkanmaya başlamaktaymış. Yıkandıktan sonra evinde sokak kapısı ile banyo
arasındaki yerlerde yürüdüğü ve duvarlara dokunmuş olabileceği düşüncesiyle
saatlerce yerleri, duvarları ve kapı kollarını temizliyormuş. Araçlara bindiğinde
yaşadığı bu sıkıntı, bir süre sonra akrabaları ve arkadaşlarının evlerine gittiğinde de
yaşanmaya başlamış. Onlardan geldikten sonra yine giysilerini çıkarmaya ve yıkamaya,
yıkanmaya, hatta kirli yerlere dokunmuş olabileceği düşüncesiyle çantasını bile
yıkamaya kadar ilerlemiş. Giysilerini yıkamayla, banyo yapmayla ve evini
temizlemeyle kirlerin gitmemiş olacağını düşünerek bir süre sonra artık evden dışarı
çıkmamaya ve kirli yerlere oturmuş ya da dokunmuş olabileceklerini düşünerek eve
kimseyi almamaya başlamış.
Bayan M’nin kişilik yapısına bakıldığında; aşırı titiz, düzenli, kusursuzluk arayan,
tedirgin, günlük yaşamın küçük ayrıntılarıyla çok fazla ilgilenen, belleği güçlü, sosyal
yönü fazla gelişmemiş özellikler görülmektedir.
Annesinin ve teyzesinin temizlik konusunda çok hassas oldukları, hatta oturdukları
mahallenin ev ve bahçe temizliği konusunda en temiz aile olarak bilindikleri, bu
durumun onlar için büyük bir gurur kaynağı olduğu Bayan M’nin ailesi ile ilgili anıları
arasında önemli yer tutmaktaydı.
86 BİR OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK VAKASINDA BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI TERAPİ …
Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
Bilişsel-Davranışçı Terapi Uygulaması
Bayan M’ye önce ölçme araçları uygulandı. Bunlar; Kendini Kabul Envanteri, Beck
Depresyon Envanteri, Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Ölçeği ve Belirti Tarama Listesi
(SCL-90). Ölçek puanları; kendini olduğu gibi kabulünün “düşük”, depresyonun
“orta”, fonksiyonel olmayan tutumlar olarak “mükemmeliyetçi” ve belirti tarama
listesinde obsesif-kompulsif (O-C) alt ölçek puanı “yüksek”ti.
İlk oturumda yapılandırmanın ve güven duygusunun geliştirilmesi üzerine
odaklanıldı. Danışanın gergin ve kaygılı tavırları dikkate alındığından kendisine
gevşeme eğitimi verilerek, evde özellikle uyku sorunu yaşadığı gecelerde uygulaması
şeklinde ev ödevi olarak kendisine önerildi. Bayan M’nin çocukluk yaşantısı, aile
üyeleri ve arkadaşları ile olan ilişkileri, kendisine ve yaşama yönelik duygu ve
düşünceleri üzerinde duruldu.
Bayan M’nin depresyonu ağır düzeyde olmadığından depresif belirtilerin
giderilmesinin öncelikli olarak çalışılması gereği ortaya çıkmamıştır. Bu nedenle
obsesif-kompulsif belirtilerin üzerinde çalışılmaya geçilmiş ve bunlar düzeldikçe
depresyonun da azalacağı ya da ortadan kalkacağı düşünülmüştür.
İkinci oturuma Bayan M’nin hastalık ile ilgili bilişlerinin ele alınmasıyla, hastalığı
ve tedavi konusunda bilgilendirilmesiyle başlanıldı. Kendisinin bu durumun bir
hastalık olduğunu ve yaptığı davranışların benliğine yabancı ve çoğunlukla da saçma
olduğunu bilmesi, bu tür vakalarda çok önemli olan “kontrol etme” mekanizması
üzerinde çalışmayı kolaylaştırmıştır.
Bayan M, bu oturumda, sıkça “ben neden böyleyim?” “neden diğer insanlar gibi
yaşayamıyorum?” “bu düşünceler neden hiç aklımdan çıkmıyor?” “sonunda aklımı
kaybedecek miyim?” gibi sorularla yaşadığı sıkıntılarını dile getirerek tedavi
konusunda çok istekli olduğunu da ortaya koymuştur. Bu aşamada Bayan M ile
konuşulup kendisi için en kolay olabilecek bir davranış seçilerek terapi uygulamasına
başlanmıştır. Örnek davranışın seçilmesinde dikkat edilen en önemli nokta, başlangıç
aşamasında Bayan M’nin hızına ayak uydurmak ve zorlayıcı uygulamalardan kaçınmak
olmuştur. Ayrıca tedavi sırasında yaşayabileceği kaygı ve korkularla ilgili bilgiler
verilerek, kaygının nasıl oluştuğu, fiziksel belirtileri ve kompulsiyonları nasıl yönettiği
açıklanmıştır.
Bayan M ile konuşarak birlikte seçilen örnek davranış, çok sevdiği ve temizlik
konusunda kendisine yakın düzeyde titiz olduğuna inandığı üst katta oturan komşusunu
evine davet etmekti. Bir haftalık bir süre içinde bu daveti gerçekleştirmesi ve üçüncü
oturuma geldiğinde özellikle kaygı boyutunda neler yaşadığını ve komşusu evden
gittikten sonra neler hissedip, hangi davranışlarda bulunduğunu anlatması şeklinde ev
ödevi verilmiştir.
Bayan M, üçüncü oturuma geldiğinde bu davranışı gerçekleştirmenin kendisini çok
zorladığını, uzun süreden beri eve kimseyi davet etmediği için sıkıntı yaşadığını, fakat
tedaviye olan inancı ve ihtiyacını düşünerek çok istekli olmasa da komşusunu davet
GÖKÇAKAN 87
Cilt 1, Sayı 1, Haziran 2005
ettiğini, ama içinden de “dilerim işi vardır ve gelemez” düşüncesinin geçtiğini
söylemiştir. Komşusu kapı zilini çaldığı anda, kalbinin yerinden fırlayacakmış gibi
attığını hatta birkaç kez açmamayı bile düşündüğünü sonra vazgeçtiğini ifade etmiştir.
Tüm bu kaygılarına rağmen kapıyı açtığını, kendisine kapının hemen önünde terlik
vererek salona davet ettiğini, o andan itibaren rahat olmaya çalıştığını, hatta zaman
zaman gevşeme egzersizlerinin bir kısmını oturduğu yerde uyguladığını belirtmiştir.
Komşusu evine gittikten sonra Bayan M, çok karışık duygular yaşadığını, yanı
kaygılarının yanında uzun süre sonra bir kişiyle evinde oturabilmenin ve sohbet
edebilmenin (ev ödevi bile olsa) farklılığını gördüğünü ifade etmiştir.
Bu aşamada kendisine uygulamaların başlangıcında yoğun bir kaygı yaşamasının
mümkün olduğu ancak bu uygulamalar yoluyla hastalığa direnmeye devam ettikçe
kaygısının giderek azalacağı anlatılmıştır. Burada dikkatle üzerinde durulan nokta,
Bayan M’nin komşusu gittikten sonra yeri, halıyı ve komşusunun oturduğu koltuğu
silmemek için çok çaba harcadığını ve sonunda bunu başardığını belirtmiş olmasıydı.
İlk belirlenen örnek davranışın kaygılar yaşanmasına rağmen başarıyla
gerçekleştirilmesi Bayan M’nin tedavi sürecine dair olan inancını arttırmış olması
bakımından çok önemli bir gelişme olarak görülmüş olup, bu durum kendisiyle
paylaşılarak daha sonraki çalışmalar için cesaretlendirilmiştir.
Dördüncü, beşinci ve altıncı oturumlarda kendisine yine aynı türden ev ödevleri
verilmiştir. Yalnız aynı komşusunu davet etmek yerine yakın gördüğü arkadaş ya da
akrabalarını evinde misafir etmesi ve sınırlanmış olan sosyal yaşantısını biraz olsun
genişletmesi amacı da bu ev ödevlerinde düşünülmüştür.
Bayan M’nin bu ev ödevleri sonucunda yaşadığı kaygıda bir azalma ve misafirler
gittikten sonra temizlik yapma konusundaki kendini kontrol etme davranışını
gösterirken eskiye oranla daha az zorlandığı gözlenmiştir.
Yedinci oturum başında Bayan M, tedavi için geldiği danışma merkezindeki
koltuğa ilk oturduğunda, koltuğun kirli olabileceğini düşündüğünden hep
kaygılandığını ve eve gidince elbiselerini çıkarıp hemen makineye attığını ve
kendisinin mutlaka yıkandığını, ama son haftalarda o koltukta oturmanın kendisine
artık eskisi kadar kaygı vermediğini ve eve gidince yıkanmayı düşünmediğini
söylemiştir. Oysaki tedavi sürecinde danışma sürecindeki koltuk hedef alınmamış ve
örnek davranış olarak seçilmemişti. Bu durum Bayan M’nin rahatsızlığı ile ilgili baş
etme davranışlarındaki olumlu gelişmenin danışma merkezindeki koltuğa da yansımış
olması sevindirici bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Bu gelişmelerin ışığında
Bayan M’ye olumlu danışman tutumlarının yanında cesaretlendirme ve onay sözleri
gibi tekniklerle yardımcı olunmuştur.
Sekizinci oturum tedavi sürecinde baştan belirlenen hedeflere ulaşma ve elde edilen
sonuçların değerlendirilmeleriyle ilgili olarak karşılıklı konuşmalarla geçmiştir.
Dokuzuncu, onuncu ve on birinci oturumlarda Bayan M için yeni bir adım atılması
gereği üzerinde birlikte karar verilerek, yine sevdiği ve temizlik konusunda olumlu
88 BİR OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK VAKASINDA BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI TERAPİ …
Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
düşüncelere sahip olduğu yakın çevresine ev ziyaretleri yapması planlanmıştır.
Kendisinin isteği üzerine yeni ev almış ve eşyalarını (özellikle halı ve koltuklarını)
yenilemiş olan kuzeninin evine gidebileceği konusundaki düşüncesini uygulayabilmesi
için yüreklendirilmiştir. Ayrıca sadece kendisinin ve evinin temiz olmadığının,
insanların büyük bir çoğunluğunun evlerini temiz tutmada hassas oldukları gerçeği
konusunda kendisiyle karşılıklı konuşularak temizlik kavramının ayrıntılı olarak
değerlendirilmesi yapılmıştır.
Bayan M’nin aile ve arkadaş ziyaretlerinde göstermiş olduğu çaba ve iyilik durumu,
en son ziyaret ettiği evin çocuğunun böreğini koltukta oturarak yemesi ve yağlı ellerini
koltuğun kenarlarına sürmesi onda, çocuğun daha önce de kendi oturduğu koltukta da
aynı davranışı yapmış olabileceği kaygısını yaşattığından, uzun süre ara verdiği
elbiselerini yıkama ve banyo yapma davranışının yeniden başlamasına neden olmuştur.
Ancak bu yıkanma daha önceki yıkanmalara kıyasla hem daha kısa süreli olmuş hem
de giysilerinden sadece eteğini ve bluzunu yıkamıştır.
İlk bakışta çok olumlu giden tedavi süreci açısından bu durum problem gibi görülse
de, yaşam içinde bu tür durumların da olabileceği ve bunlarla baş etmek gerektiği,
umutsuzluğa kapılmadan çaba harcanarak üstesinden gelinebileceği kendisine
anlatılmıştır.
Ara verilen bir haftalık ev ziyaretlerine tekrar başlaması, giysilerini yıkama ve
banyo yapma davranışını gerçekleştirse bile, hastalığın üzerine gidilmesine dair olan
gereklilik vurgulanarak ev ödevlerine devam edilmiştir.
Bayan M’nin evine misafir çağırması ve kendisinin ev ziyaretlerine gitmesi
konusundaki başarısı ve sıkıntılarındaki çok açık bir şekilde görülen azalmalar dikkate
alındığından, onun için çok önemli olan taşıtlara binme ile ilgili ev ödevlerine
başlamaya karar verilmiştir. Bu yeni basamak kendisine uygun gerekçelerle anlatılmış
ve daha önceki ev ödevlerinde göstermiş olduğu başarılar kendisine açıklanarak
güvence verilmiştir.
Bayan M’den on ikinci oturumda ev ödevi olarak, tanıdıklarından iki kişiyi
belirlemesi ve onların özel arabalarına birer kez binmesi istenmiştir. Bu isteğin Bayan
M tarafından çok direnme yaşanmadan kabul edilmiş olması tedavideki sürecin,
basamaklar ilerledikçe daha da kolaylaştığını ve danışan-danışman iletişiminde
karşılıklı güven ve kabulün uygulanan tedavi yaklaşımları kadar etkili olduğunu
göstermiştir.
Bayan M, on üçüncü oturuma geldiğinde iki yakınının arabalarına bindiğini,
bunlardan bir tanesinin özellikle yeni araba almış olan akrabasından seçtiğini ve bu
sayede arabaya çok sıkıntı çekmeden rahatça oturabildiğini söylemiştir. Ancak ikinci
seçtiği aracın o kadar da yeni olmasına dikkat etmediğini, arabayla şehirde gezmeyi
çok özlemiş olduğunu belirtmiştir.
Tedavi sürecinde Bayan M’nin eşini yıllar önce kaybettiğinden ve çocuğu da
olmadığından tek başına yaşadığı ve evde zaman geçirecek bir uğraşının da
GÖKÇAKAN 89
Cilt 1, Sayı 1, Haziran 2005
olmadığından hareketle kendisinin el becerilerini kullanarak bir şeyler üretmesini
sağlamak amacıyla alternatifler sunulmuştur. Bu alternatifler içinde kendisinin kabul
ettiği boncuklarla takılar yapmak ve örgü örmek uygun bulunarak bu alanlardaki
yeteneklerini ortaya çıkarması istenmiştir. Hatta yaptığı takıları yakınlarına hediye
ederek, ördüğü kazakları da çocuk yuvasındaki kimsesiz çocuklara götürerek, onun
uzun süreden beri evde kalarak kaybettiği özgüven ve birileri için bir şeyler yapma
duygusunun geri geleceği düşünülmüştür.
Ayrıca Bayan M’den hergün bir gazete okuması, haftalık bir dergi takip etmesi ve
ayda bir kitap bitirerek özetlemesi de istenmiştir. Bu tür ev ödevlerindeki amaç
kirlilikle baş etmeyle birlikte Bayan M’nin zamanını anlamlı uğraşlarla doldurarak
bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal olarak tam bir iyilik halini oluşturabilmektir.
Bu yöndeki ev ödevlerinin verilmesi ve sonuçlarının değerlendirilmesiyle geçen üç
oturumun ardından on yedinci oturumda kendisinden artık toplu taşıt araçlarına
binebilme yönünde çaba harcaması istenmiştir. Hatta bu çabanın kendisi için daha da
anlamlı olması için kimsesiz çocuklar için örmüş olduğu giysileri çocuk yuvasına
götürürken otobüse binmesi ve yolculuğun en büyük özelliğinin (anlamının), otobüsün
koltuklarının temiz olması değil, kendisini çocuklara yapacağı iyiliğe ulaştıran
(götüren) bir araç olarak görmesi istenmiştir.
Bayan M, on sekizinci oturuma geldiğinde, son yıllarda bu kadar çok çocukla bir
arada hiç zaman geçirmemiş olduğunu, onların sevgiye ne kadar ihtiyaç hissettiklerini
fark edip çok üzüldüğünü, hatta daha öncelerden neden bu tür kurumlara gitmediğinden
dolayı kendini suçladığını ifade etmiştir. Otobüs yolculuğu sırasında zaman zaman
aklına eskiden olduğu gibi kirlilikle ilgili düşüncelerinin geldiğini ama artık onlara
fazla takılmadığını, hatta yuvada birlikte zaman geçirdiği çocukların ve yaşadıkları
ortamın çok temiz olmamasına rağmen, oraya gidiş amacının çok güzel ve anlamlı
olduğunu, çocukların gözlerindeki ışıltının kendisini çok etkilediğini düşünerek
rahatladığını ifade etmiştir.
On dokuzuncu ve yirminci oturumlarda artık Bayan M’ye yeni ev ödevleri
verilmeyerek, başta belirlenen hedefler ve elde edilen sonuçlar üzerinde konuşulmuş
danışma süreci boyunca yaşananlar karşılıklı olarak özetlenmiştir.
Bayan M ile yapılan yirmi oturumun sonunda kendi isteği doğrultusunda terapiler
sonlandırılmış, ama dilediği zaman gelebileceği konusunda kendisine güvence
verilmiştir. Dört aylık bir izleme sürecinde kendisiyle kurulan iletişim hem telefonla,
hem de ziyaretler şeklinde devam etmiştir.
Bayan M’nin terapiler sonlandırıldıktan sonraki sözleri aşağıda verilmiştir.
“Zaman zaman kirlilikle ilgili kaygılar aklıma gelse de onlarla ne şekilde
baş edebileceğimi biliyorum. Artık kendime ve çevreme daha gerçekçi
bakabiliyorum. Gittiğim sosyal hizmet kurumlarında çok mutlu oluyorum.
Güzel bir çevre edindim. Eskiye nazaran çok daha anlamlı yaşıyorum.
Kendimi değerli hissediyorum. Teşekkürler”.
90 BİR OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK VAKASINDA BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI TERAPİ …
Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi

Bilişsel-Davranışçı Terapiler


Meltemcik işten ayrılıyor ve kendisine büro açıcak. Onunla sohbet etmek çok keyifli. İnce bşr zekası var . Olaylara olan yorumu ben konuşurkenki öğretici vurgulamaları.. 24 saat psikolog bi arkadaş yani. Meltemcik gidiyor. Ona web sayfası yapacaktım ama çok sıkıntılı bir dönemime geldi . Birde o çok karıştı .Kendi yapmak istedi. şimdi wordpresli bir site kullanıyor ve de çok memnun . Meltemcim başarılar sana .
Meltem gitmeden önce son gün pdf den nasıl çift sayfa çıktı alırımı sordu bu arada Bilişsel-Davranışçı Terapiler diye bir dökümandı bu. Hemen istedim mail attı sağolsun. Çok güzel bi kaynak.

Bilişsel-Davranışçı Terapiler
Kısa süreli ve yapılandırılmış bir psikoterapi yöntemidir. Şimdiki zamana odaklanır. Danışanın, psikoloğa başvurduğu dönemdeki sorunlarından yola çıkar, ancak temelde, kişinin geçmişte bir olay ya da yaşanan bir süreç nedeniyle geliştirdiği mantıksız düşünce, uyum sağlamayan duygu ve davranışlarını değiştirmesini hedefler. Çünkü, kişinin bugünkü rahatsızlığı, bu düşünce, duygu ve davranışlarını sürdürmesinden kaynaklanmaktadır.

Bu düşüncelerin gerçekçi bir şekilde yeniden değerlendirilip değiştirilmesi, duygularda ve davranışlarda düzelmelere yol açar. Daha kalıcı düzelmeler ise hastanın işlevsel olmayan temel inançlarının değiştirilmesine bağlıdır.Günümüzde bu terapi tarzı, çok sayıda psikolojik sorunda başarı ile uygulanmaktadır. Korkular, panik atak, stres, ilişki problemleri, performans (örn: iş ya da sınav) kaygısı, takıntılı davranış ya da düşünceler, yeme bozuklukları, depresyon, yas, travma sonrası stres problemleri, cinsel sorunlar gibi problemler, Bilişsel Davranışçı Terapi'nin ilgi alanlarıdır.

Ankan'dan Ayşegül'den


http://tv.disney.go.com/playhouse/myfriendstiggerandpooh/index.html

ayrica derler ki.. herhangi bir yabanci dili ogrenebilmenin yasi 9 dur.. bu yasa kadar kulak dolgunlugu ve konusabilme yetisi kazandirilabilir.. ama bu kazanimlar dogru gramerle olmazsa (ki 9 yasa kadar ana dildeki gramer bile ancak ogrenilir) o zaman ikinci dili tam ve dogru ogrenmek cok cok zorlasir..

yine de en iyi siz bilirsiniz :)

18 Aralık 2009 Cuma

ana okulu etkinlikleri

Oğlum daha 5 yaşında olduğu için bazı kaynakları görünce anaokullular için ohhh daha iyi seneye gidecek zamanını kaçırmamışım diyorum...
Oğlum seneye okullu olacak inşallah. Ben anaokulunuda okuldan saydığım için onu artık okullu olarak düşünüyorum .

16 Aralık 2009 Çarşamba

bloğa dosya ekleme

http://www.dosyayukle.com/

bu siteyi buldum

Çocuklarda Cinsel Eğitim 2

Oedipus, Shakespeare'in eserlerinde bir erkek çocuktur. Shakespeare,
Oedipusun kraliçe olan annesi ile olan anne-çocuk ilişkilerini
anlatır. Bu anne-çocuk ilişkisi psikanalizin de konusu olduğundan, bu
durum kitaplara, Shakespeare'in oyundaki kahramana atfen 'Oedipus
kompleksi' olarak geçmiştir.Çocuklar beş yaş civarında cinsel kimlik
bulma çabası içine girerler. Erkek çocuklar baba rolünü benimserler.
Babaları gibi annelerine yakınlaşırlar. Anneyi kazanmak için baba ile
rekabet etmeye başlarlar. İşte, çocuğun iç dünyasında sessizce
kurduğu bu düzenek bir erkeklik taslağıdır. Çocuk için bu sıkıntılı
bir dönemdir. Çünkü baba güçlüdür. Ayrıca, anne ile baba arasında
çözemediği özel bir yakınlık vardır. O halde, bu durum çocuk için bir
krizdir. Bir sure sonra bu güçlü adam ile rekabet etmenin zorluğunu
ve imkansızlığını farkeder. Babanın gücünü kabul eder. Baba ile
kendini özdeşleştirip babanın safına geçer. Baba ile özdeşleşmesi
erkek kimliğinin kazanılması için beklenen aşamadır. Bu aşamaya
ulaşan çocuk için bu, Oedipus krizinin çözümüdür.Baskın bir anne ite
silik karakterli bir baba varlığında rekabet de olamayacaktır. Çünkü
çocuğun karşısında anne için mücadele edeceği, sonunda gücünü kabul
edip, davranışlarını taklit etmeye değer bulduğu kimse yoktur. Böyle
baskın bir anne için mücadele etmek de biraz caydırıcıdır. Yani, daha
başından bir taslak sorunu yaşanacaktadır. Gücünü kabul edip
özdeşleşeceği bir baba yoksa çocuk böyle bir figürü yakın çevresinde
arar. Yakın çevresinde, model alabileceği güçlü bir erkek figürü de
yoksa kriz çözülemez. Bu durumda Oedipus kompleksinden söz edilir.
Sonuç olarak bu dönemde elde edilmesi gereken cinsel kimlik aşamasına
ulaşılamamıştır. Cinsel kimlik arayışı sadece beş yaş döneminde ve bu
kadar değildir. İleride de böyle çabalar devam eder. Fakat bu döneme
ait konması gereken tuğla yerine konamamıştır. İleride bu kendini hep
belli eder. Diğer gelişme aşamaları olağanüstü olur da, bu durumu
kompanse ederlerse belki bu dönemin olumsuz etkisi ortadan kalabilir.
Böyle olmadığı takdirde çocuğun erkek kimliği güdük kalır. Yaşamın
diğer dönemlerine geçilir, ancak eskilerde kalan bu eksiklik kendini
hayat boyu belli eder. Bu çocuk, yeteneklerini sergileyemeyen,
güvensiz, aile yaşantısında başarısız, bir yetişkin adayıdır.
Oedipus ve Electra Karşı Cins Ebeveyn ile ÖzdeşleşmeOedipus erkek
çocuk olduğu için erkek çocukların anneleri için babaları ile
yaptıkları rekabete bu ad verilir. Kız çocuklarının babaları için
anneleri ile girdiği rekabete yine Shakespeare'in karakterlerinden
biri olan kız çocuk adına atfen Electra krizi denir. Krizin
çözülememe hali komplekstir.Bu, kendi cinsine karşı, karşı cins için
verilen bir mücadeledir. Amaç; karşı cinsin ilgisini çekmede kendi
cinsine göre daha başarılı olabilmektir. Kendi ve karşı cins için
seçilen ilk örnekler çocuğun ebeveynidir. Örneğin kız çocukları
babalarının ilgisi için anneleri ile erkek çocukları da annelerinin
dikkatini çekmek için babaları ile mücadeleye girişirler. Topuklu
ayakkabı giymek, ruj sürmek, kaçan çorap istemek gibi. Ya da bilek
güreşi yapmak, boks eldiveni istemek gibi.- Dört yaşındaki oğlumla
boks maçları yapıyoruz. Odanın ortasına ip gererek adeta gerçek bir
arena kuruyoruz. Parlak çikolata ambalaj kâğıtlarından dişliklerimizi
ve boks eldivenlerimizi giyip ringe çıkıyoruz. Eşim, gerekli hallerde
suyumuzu ve havlumuzu veriyor. Beni yenebilmek için aşın bir güç ve
çaba harcadığına şahit oluyorum. Onu hiç bir oyunda bu kadar hevesli
ve canla başla çalışırken görmüyorum.- Dört yaşındaki kızımı
aynanın karşısından alamıyorum. Kaşla göz arasında yatak odasına
gizlenip, benim rujlarımı, farlarımı deniyor. Geçen hafta ağlaya
bağıra kaçan çorap aradık kendisine.Karşı cinsin ilgisini çekebilmek
için, aynı cinsle cazibe yarışları yapılır. Bu durumun oldukça
zorlayıcı bir durum olması nedeni ile kriz diye adlandırıldığını
söylemiştik. Bu cazibe yarışları sayesinde çocuk kendi cinsi ile
iyice özdeşleşir. Cinsiyetine özgü rolü benimser. Bu yarış sırasında
aynı cinsin bu konudaki mahareti gözlenir. Onun gibi, hatta ondan
üstün olma çabası gösterilir. Sonunda, kendi cinsindeki ebeveynle
mücadele yerine, o cins kabul edilir. Yani aynı cinsin gücü ve
cesareti ile özdeşleşme ile bu kriz ortadan kalkar (Oedipus-Electra
krizinin çözümü). Önceleri aynı cins ebeveynin güç ve cesareti ile
olan özdeşleşme, giderek aynı cins ebeveynin cinsel kimliği ile
özdeşleşerek cinsel kimliğin ilk kilometre taşını
oluşturur.Özdeşleşme FigürüÖzdeşleşme, kişilik gelişiminde önemlidir.
Asıl önemlisi, çocuğun özdeşleşeceği güvenilir figürleri yakın
çevresinde bulabilmesidir. Kız çocukları için anne, erkek çocukları
için ise baba, o güne kadar çocukla kurdukları ilişkinin
güvenilirliği ve başarısı ölçüsünde, çocuk tarafından özdeşleşmeye
kabul ya da red görürler.Özdeşleşme figür yoksunluğu, kız çocukları
için ya erkeklerden ürken ya da onlara aşırı cinsellikle yaklaşan
bir kişiliğin, erkek çocuklar için işe annesine bağımlı, üretken
olamayan bir kişiliğin temellerini atar.

Doç.Dr.Sabiha Paktuna Keskin
Pediatrist, Pediatrik Nörolog
Uluslararası Tıp
Çocuk Beyin Hastalıkları

KAYNAK: www.bebekkokusu.com

Çocuklarda Cinsel Eğitim 1

Çevresini ve dış dünyayı yeni yeni tanımaya çalışan çocuğun özellikle 3 yaş civarında aşırı meraklı olduğu ve bu dönemlerde anne-babasını çeşitli konularda soru bombardımanına tuttuğu bir gerçektir. Bu sorulardan anne ve babayı en çok zorlayanı çocuğun cinsel içerikli soruları olmaktadır. Ansızın, beklenmedik anda böyle bir soruyla karşılaşan anne ve baba ne yapacağını bilmemenin verdiği telaşla
ayıptır, daha sen çok küçüksün gibi kaçamak cevaplar vererek çocuğu başından savmak veya soruyu duymamazlıktan gelerek cevapsız bırakmayı tercih eder.Oysa bu tutum çocuğun var olan merakını bir kat daha artırır. Bu merakı gidermek için çocuk anne-babanın yatak odasına ani baskınlar düzenler, onları banyo yaparken gizlice izlemeye çalışır ya da arkadaşlarının bedenlerini incelemek ister.

Çocuğun cinsel içerikli sorularının temelinde cinsel duygular değil onun üremeye yani bebeklerin nasıl dünyaya geldiklerine dair merakı yatar. Bu çocuğun uzaya gezegenlere ya da hayvanların yaşayışlarına
olan merakından farklı değildir. Anne ve babanın sorular karşısında duyduğu gerginlik bu farkı bilmemekten ve çocuğun cinsellik anlayışını erişkin anlayışıyla karıştırmaktan kaynaklanmaktadır.
Çocuğa cinsel bilgiler vermenin ideal zamanı onun bu konularda soru sormaya başladığı dönemlerdir. Bu tür sorular genellikle 3 yaş civarında sorulmaya başlanır. İlk sorular kendi bedeni , annenin
bedeni ya da bir kardeşin dünyaya gelişi ile ilgilidir. Ona vereceğimiz cevapların içeriği yaşa bağlı değişebilir. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken gerçek dışı ifadelerden kaçınmaktır. Örneğin
bebekler nasıl gelir ? sorusu çocukların sıkça sorduğu bir sorudur.Buna çok basit şekilde şöyle cevap verebiliriz. Bebekler annenin karnında büyürler. Orada bebeklerin büyümesi için özel bir yuva
vardır. Burada büyürler ve bir süre geçtikten sonra annenin döl yolundan dışarı çıkarlar. Bunun yerine bebekler leylekler tarafından getirildi ya da çarşıdan satın alındı gibi gerçek dışı ifadeler
çocuğun yanlış bilgilenmesine neden olacak ve bir müddet sonra bu cevabın doğru olmadığını anlayan çocuk merakını gidermenin ve sorularına cevap bulmanın başka yollarını arayacaktır. Diğer taraftan
bazı anne ve babalar da çocuklarının sordukları soruları kuşlar , arılar gibi hayvanlar üzerinden onları anlatarak cevaplamak isterler. Böylece üreme ile ilgili bilgilerin daha masum hale geleceğini ve
cinsellikten arınacağını düşünürler. Oysa çocuğun asıl merak ettiği konu insanların üremesidir. İşe kuşlar ve arılarla başlamak sadece anne-babanın sıkıntısını hafifleten kaçamak bir yoldur , çocuğun
merakını gidermez.
Çocuğun sorularına verilecek cevaplar onun merakını giderici ve doyurucu olmalıdır. Ancak bilgi verme amacıyla çocuğa her şeyi tüm detayları ile anlatmak ve çocuğun aklını karıştırmak da gerekmez.
Çocuğun neyi anlayıp anlamayacağını kavramak zor değildir. Her çocuğa yaşına uygun anyabileceği bir dil kullanarak bilgi verilebilir. Çocuğa cinsel konularda yaşına uygun bilgi vermek ona basit trafik
kurallarını öğretmek gibidir. Bu bilgilerden onu uzak tutmak ileride karşılaşacağı olaylara karşı savunmasız bırakacak ve yaşam boyu onun izlerini taşımasına neden olacaktır. Vereceğimiz her türlü bilginin doğru ve abartısız olması gerekir. Uydurma yanlış, saçma ve hayali bilgiler vermek çocuğun zihnini bulandırır ve ileriki yaşamı için sorunlar oluşturur. Kullanılan dil basit olmalı ve fazla detaya
girilmemelidir. Çocuğa her şeyi detaylı biçimde anlatmanın bir anlamı ve yararı yoktur. Ona yaşına göre kaldıramayacağı derinlikte bilgiler vermek cinselliğin erken devreye girmesine neden olabilir. Cinsel
konulardan bahsederken anne ve babaların yüz ifadeleri, gerginlikleri ve huzursuzlukları da çocuklar tarafından dikkatle algılanır. Huzursuz, gergin ve utungaç bir ifadeyle ne söyleyeceğini bilemeyen
anne ve babalar çocuklarına bu konunun aslında konuşulmaması gereken kötü ve çirkin şeyler olduğu mesajını vermiş olurlar. Oysa çocuğun algılaması gereken cinselliğin doğallığı ile birlikte gizliliği ve
özelliğidir.

Çocuğa üreme ve cinsellik hakkında bilgi vermeye en uygun kişiler anne ve babalardır. Ancak bu gerçeğe rağmen anne ve babalar bilgilendirme açısından kendini yetersiz bulur ya da sıkıntı duyduğu
için çoğunlukla bundan kaçarlar. Çocuk ise yaşı ilerledikçe bu konudaki bilgileri dışarıdan başka yollarla öğrenmeye çalışılır. Böyle bir yolla bilgi edinmeyi anne ve baba olarak sizin kontrol
edebilme şansınız hiç yoktur.

Çocukların bir kısmı anne ve babaların cinsel yaşamı hakkında soru sorarlar. Cinsel bilgi verme adına anne-babanın çocuklarına cinsel yaşantılarından bahsetmesi sakıncalıdır. Cinsel yaşantıların çok özel
konular olduğu ve başkaları ile paylaşılamayacağı ifade edilmelidir. Anne ve babaları sıkıntıya sokan diğer bir düşünce de çocuklarının öğrendikleri bilgileri uygulamaya koyacakları endişesidir. Aslında bu
düşünce yetişkinlerin kendi düşüncelerini çocuklara yansıtması anlamına gelir. Çocuk erişkinler gibi cinsel istek ve ilgi duymadığından bu korku yersizdir. Ayrıca biyolojik olarak da hormonlar tarafından uyarılmamaktadır. Çocuğun sorularına yol açan sadece bilgi edinme isteğidir.

İleri görüşlülük adına çocuğa yaşının üstünde detaylı bilgiler veren ve çocuktan hiçbirşeyi gizlenmemesi gerektiğini düşünen anne ve babalar vardır. Bu anne-babalar rahatlıkla evde çıplak dolaşabilmekte ya da yaşı ilerlemesine rağmen çocuğu ile birlikte banyo yapabilmektedirler. Bu tür tutum ve davranışlar çocuğun ruhsal gelişimi için oldukça sakıncalıdır. Çocuğun anne-babasıyla aynı
yatakta yatmasının da benzer sakıncaları vardır. Doğduğu günden itibaren en kısa zamanda çocuğun yatağı ve odası ayrılmalıdır.

Cinsel konularla ilgili soru sormayan çocuklar ya daha önce sordukları sorular nedeni ile ayıplanmıştır ya da kendilerini rahat hissedecekleri bir ev ortamı bulamamışlardır. Bu nedenle oyunlarında
ve arkadaşları ile konuşmalarında sorularına cevap ararlar. Merakını gidirmek isteyen çocuk doktorculuk oynayarak hemcinslerinin ve karşı cinsin bedenini keşfetmeye çalışır. Bu durum bazı anne ve babaların
telaşlanmasına neden olur. Başlangıçta bu tür araştırma ve merak giderme çabaları bir noktaya kadar doğal karşılanmalı ve çocuk suçlanmamalıdır. Ancak çocuğa yaptıklarının farkında olduğunuz
mesajını vermeli ve merakını giderici gerekli açıklamalarda bulunmalısınız.

Kaynak : Dr.Özgür Kocabaş