
SIBYAN MEKTEPLERİ VE EYÜP'TEKİ SIBYAN MEKTEPLERİ (1) |
Fahrettin BOZDAĞ Araştırmacı – Yazar GİRİŞ Toplumlar bir takım kurumların varlığı ile yapılarını oluşturur. Toplumu ayakta tutan kurumların oluşması, yerleşik sosyal hayatla yakından ilgilidir. Tarih boyunca, farklı dini ve sosyal yapılar, toplumun bir ihtiyacını gidermek, çevrenin sosyal dokusunu sağlıklı şekilde muhafaza etmek için ortaya çıkmıştır. Toplumun maddi ve manevi dinamiklerini koruyan ve geliştiren en önemli kurum eğitim-öğretimdir. Aynı zamanda eğitim öğretim alanı toplumların en sorunlu alanlarından biri olagelmiştir. Eğitim, 21. asırda bile, derin tekonolojik, ekonomik, toplumsal ve siyasal değişim ve dönüşümlerin içerisinde çalkalanan dünyamızda, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da yeni modeller, yeni çözümler aradığı bir konudur. Çünkü eğitim; insan yetiştirmek,insanı biçimlendirmek ve bilgiyle beceriyle olduğu kadar, düşünceyle, fikirle, ideolojiyle donatmak demektir. İnsanın yaratılıştan getirdiği güzel hasletlerinin en verimli biçimde fert ve toplum menfaatine kullanılma terbiyesidir. Her dönem, her toplum, her devlet, her siyasal anlayış kendine yararlı, kendine uygun “kişi” yetiştirmeyi amaçlar. Eğitim sistemini de bu hedefe uygun olarak oluşturmaya ve uygulamaya çalışır. İslâm dini, tarihi boyunca eğitim öğretime birinci dereceden önem veren bir din olagelmiştir. İslâm dininin ilme ve araştırmaya verdiği ehemmiyet âyet ve hadislerde açıkça ortaya konmuştur. Kur’an-ı Kerim’in muhtevasının büyük kısmı eğitimle ilgili amaçlarda yoğunlaşmıştır. Tebliğimizde, eğitim öğretimin toplumumuzda değerini ve sebeplerini kısaca açıkladıktan sonra, toplumsal geçmişimiz olan Osmanlılardaki eğitime genel çerçevede bakacağız. Ardından, asıl konumuz Sıbyan Mektepleri’ni tanımaya çalışacağız. Bu mekteplerin amaç ve hedefleri yanısıra, fiziki yapılarına, eğitim uygulamalarına, kadro ve öğrencilerine göz atmaya çalışacağız. Ve tarihten günümüze eğitimin bu alanında ne gibi dersler almamız gerektiği konusunu gündeme getireceğiz. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE En genel tanımıyla eğitim, “ Önceden saptanmış amaçlara göre insan davranışlarında belli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizisidir.” Bu bakımdan; bir milletin bireylerini geçmişteki köklerine ve geleceğin ümitlerine bağlayan, onları sağlıklı bir toplum yapısına çıkaran güç, o ulusun milli eğitimidir. Eğitimin nesnel anlamda başlangıç sınırı olmamasına karşılık, belirli dönemlere ayrılması olagelmiştir. Biz konumuz itibarıyla okul öncesi eğitimi ve ilköğretimi temel alıyoruz. Bu açıdan kendi toplumumuz ve diğer etkilenilen yakın toplumlarda bu konunun gelişimine kısaca temas edeceğiz. Küçük çocukların eğitilmesi düşüncesi M.Ö. 400 yıllara kadar uzanır. Hazreti Peygamber(asv) döneminden Osmanlılara ulaşan süreçte ise, bütün devletler ve toplumlar için ilköğretimin var olduğu kuşkusuzdur. Teferruatını bilmesek de, ihmal edilmediğini ve önemle üzerine eğilindiğini biliyoruz. İlköğretimin kurumsallaşmasına yönelik ilk çabaların Hz. Ömer devrinde olduğu, bu çabaların diğer halifeler ve kurulan devletler devrinde de değişmediği ve geliştirilerek sürdürüldüğü bilinmektedir. Bu tarihi süreçte, ilköğretim bizim toplumumuzda genel olarak camiler veya camilerin yanında yada müstakil olarak inşa edilen mekteplerde yapılmıştır. Pekçok ailenin ise evlerinde çocukların gerekli eğitimi alma konusunda gayret gösterdiklerini biliyoruz. Osmanlı Devleti döneminde Sıbyan Mektepleri, okul öncesi eğitimin ilk kurumlarıdır. 1782-1852 yılları arasında yaşayan düşünür ve eğitimciler, çocuk eğitimi üzerinde önemle durmuş ve günümüze de ışık tutan görüşler ortaya koymuşlardır. 1816 yılında 3-6 yaş arasındaki çocuklar için ana okulları açılmıştır. 1915 yılında “Ana Mektepleri Nizamnamesi” yürürlüğe girmiş ve ülkemizde ana okulları açılmaya başlanmıştır. Cumhuriyetin ilan edildiği tarihte 80 anaokulunda 5.580 çocuk ve 136 öğretmenin mevcut olduğu bilinmektedir. 3 Mart 1924 tarihinde TBMM tarafından Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir. Böylece eğitimde yeni bir dönem başlamıştır. OSMANLI’DA EĞİTİM Osmanlılar döneminde orta, lise ve üniversite seviyesinde eğitim ve öğretim veren en önemli müesseseler medreselerdir. Memleketin ihtiyaç duyduğu devlet adamı, bilgin, hakim, asker, doktor... hepsi medreselerde yetişmiştir. Sıbyan Mektepleri gibi Medreseler de Anadolu köylerine kadar yaygınlaş-mıştır. Medrese, Türk toplumuna İslamiyet ile birlikte girmiştir. Medrese tarzı eğitim kurumlarının çalışmala-rı daha önceki İslam devletlerine dayanırsa da sistemleştirilip yaygınlaştırılması Büyük Selçuklular döneminde ünlü vezir Nizamülmülk'ün öncülüğünde olmuştur. Eğitim ve öğretim konusunda çağına damgasını vuran Nizamiye Medreselerinin ilki 1065 yılında Bağdat'ta açılmıştı. Anadolu'da medreselerin açılmasına 12. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklular devrinde baş-lanmıştır. Selçuklular Konya, Kayseri, Sivas, Ankara gibi merkezlerde çok sayıda medrese açmışlardır. Eğitim işini ciddi tutan Osmanlılar da ilk yıllardan itibaren medrese açmaya başladılar. İlk Osmanlı medresesi, Orhan Bey tarafından 1332 yılında İznik'te kuruldu. Bundan sonra Bursa ve Edirne, Bolu ve benzeri merkezlerde yenileri açıldı. Anadolu'yu yurt edinen Türkler, maddi kalkınma ve imar çalışmaları yanında eğitim ve öğretime de önem veriyorlardı. Bu amaçla, insanın eğitilmesi sürecine katılan kuruluşlar arasında mektepler de önemli bir yere sahipti. Ülkenin gelişmiş şehir ve kasabalarından en ücra köylere kadar her yerde mekteplere rastlanır. Camilere yakın yerlerde açılan mektepler, bütün ülke çocuklarının yararlandığı eğitim yuvalarıdır. Özel bir binası olmayan yerlerde camiler bu görevi üstlenmiştir. 5-6 yaşlarına gelen kız ve erkek çocuklarının birlikte gittikleri mekteplerin gelişmiş bir eğitim prog-ramları yoktu. Hoca adı verilen öğretmenlerinin medrese mezunu olması gerekliydi. Ancak, bu özellikleri taşıyan birisinin bulunmadığı yerlerde camilerin imam veya müezzinleri mektep çocuklarının okutulması görevini de üstlenirlerdi. Kur'ân-ı Kerim, tecvit, ilmihâl, hesap gibi basit derslerin okutulduğu mekteple-rin programları ve dersleri hocalar tarafından tespit edilir ve öğretilirdi. Mekteplerin masrafları, hocaların ücretleri; ya bu amaçla kurulmuş vakıflar tarafından ya da mahalle ve köy sakinleri tarafından karşılanırdı. İlkokul yaşındaki çocukların devam ettiği bu kurumların yaygın adı Sıbyan Mektepleri idi. Her mahallede bulunduğu için Mahalle Mektepleri, köylerde bulunduğu için Köy Mektepleri, bazı yerlerde binalarının taştan yapılması sebebiyle Taş Mektepler diye de isimlendirilmişlerdir. Hafta tatili cuma günü olan mekteplerin yaz tatili olmazdı. Öğrencinin kalabalık olduğu yerlerde ikili öğretim bile yapılırdı. Okuyanların başarı durumlarına göre değişiklik göstermekle birlikte genellikle dört yıl okunurdu. Buralarda gerekli ilk bilgileri alan öğrenciler ya hayata atılır ya da daha ileri bir eğitim görmek üzere Medreseye giderdi. Medreseler kız öğrenci kabul etmediği için, sıbyan mektebini bitiren kızlar, ailelerinin durumuna göre özel dersler alarak öğrenimini sürdürebilirdi. Osmanlı klasik döneminin en yaygın eğitim kurumları sıbyan mektepleridir. Bu kurumlar, uygulana-cak program, okutulacak dersler, izlenecek yöntem ve teknikler üzerinde ciddî bir sistem geliştirilmeksizin Tanzimat dönemine kadar devam eder. Tanzimattan sonra mektepler üzerinde düzenleme yapılarak iptidâî adıyla yeni okullar açıldıysa da, eski mahalle ve köy mektepleri, eski sistem üzere varlıklarını Cumhuriyete kadar sürdürdüler. Osmanlı Devleti’nde önemli değişimler 18. yüzyıldan itibaren kendini göstermeye başlar. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin eğitim politikasını, 18. yüzyıldan önce ve sonra olmak üzere iki dönemde incelemek mümkündür. 18. yüzyıldan önce izlenen kısmı, "Geleneksel Osmanlı Eğitim Politikası", 18. yüzyıldan itibaren izlenen kısmı ise, "Batı Etkisinde Osmanlı Eğitim Politikası" olarak isimlendirebiliriz. Eğitim alanında batının etkisi, 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra kendini hissettirmeye başlar. Ancak, Osmanlı Devleti’nin batıya yönelik davranışlarındaki radikal değişiklikler, Osmanlı ordularının Avrupa karşısında uğradığı yenilgilerin etkisiyle 18. yüzyılın başlarında meydana gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin geleneksel eğitim politikasının şekillenmesinde rol oynayan en önemli faktörün, tarih içinde yaşadığı İslâm medeniyetidir. İslâm dininin bilime ve felsefeye olan tutumu, bazı ibadetlerin yerine getirilmesinde bilimsel bilgiye duyulan ihtiyaç, İslâm dinin öğretilmesi zorunluluğu, İslâm dininin ferd, toplum ve devlet hayatına yön ve biçim vermesi konuları, Osmanlı Devleti’nde eğitim politikasının şekillenmesinde etkili olmuştur. Osmanlı Devleti’nde eğitimin temel amacı devletine bağlı, dindar insan yetiştirmektir. Osmanlıda halkın eğitimi, tam anlamıyla bir kamu hizmeti niteliğinde devlet görevi olmamıştır. Devlet sadece yöneticilerin, saray hizmetlilerinin ve muharip sınıfın eğitimini kendine görev olarak kabul etmiştir. Geniş halk kitlelerinin eğitimini, vakıf müesseseleri olan veya halk tarafından kurulan ve masrafları da halk tarafından karşılanan sıbyan mektepleri, medreseler, tekke ve zaviyeler üstlenmişlerdir. Ancak medreseler tamamen vakıfların eline bırakılmamış, kanunlarla bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bütün eğitim kurumlarında din eğitimine önem verilmiştir. Özellikle sıbyan mekteplerinde ve medreselerde okutulan derslerin çoğunluğunu dini bilgiler oluşturmuştur. Vakıf okulları, müslümanlar ve gayri müslimler için ayrı ayrı kurulmuştur. Bir gayri müslimin çocuğu, sıbyan okulu ve medreselere giremediği gibi, bir müslüman çocuğu da azınlık okulları ve yabancı okullara giremezdi. Sıbyan mekteplerine erkek çocuklarla birlikte kız çocuklar da devam etmiştir. Karma eğitimin olduğu sıbyan mekteplerinin yanında, kız ve erkekler için ayrı ayrı sıbyan mektepleri kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun eğitim kurumlarına baktığımızda, yukarıda da belirttiğimiz gibi vakıf ve devlet okulu ayrımının karşımıza çıktığını görürüz. Vakıf okullarının en önemlisi medreseler, sıbyan mektepleridir. Tanzimat döneminde İmparatorluğun içinde bulunduğu durumdan kurtulması için devlet adamlarınca alınan askeri tedbirler yanında eğitim alanında da yenilikler yapılmış ve batı tipi okullar açılmıştır. Bu okulların belirli bir sisteme bağlanması 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile gerçekleşmiştir. Bu Nizamnameye göre yeni kurulan devlet okulları üç kademe halinde belirlenmiştir: 1. İlköğretim Okulları: Sıbyan mektepleri, İptidai Mektep ve Rüşdiyeler 2. Ortaöğretim Okulları: İdadi ve Sultaniler 3. Yükseköğretim Okulları : Darülfünun ve çeşitli yüksek okullar Osmanlı Devleti’nde, I. Abdülhamit, III. Selim, II. Mahmut dönemlerinde yenileşme çabaları sürdürül-müştür. Bu dönem eğitimininde karakteristik bir özellik olarak, geleneksel Osmanlı eğitim politikasıyla birlikte batı etkisinde bir eğitim politikasının izlendiğini görürüz. Eğitimde yenileşmeye askeri okullar açılarak başlanmıştır. Bu okullarda yabancı öğretmenler de ders vermiş, ilk kez batı dilleri (Fransızca, İngilizce) eğitim programlarına girmiştir. Gerek ordunun, gerekse hükümet teşkilatlarının modernleştirilmesi amacıyla, sivil eğitimin de modernleştirilmesi yoluna gidilmiş. Bu amaçla, askeri yüksek meslek okullarına öğrenci hazırlamak, modernleşmekte olan devlet teşkilatında çalıştırılmak üzere memurlar yetiştirmek ve toplumun tarım, ticaret ve sanayi hayatını ilmi ve fenni esaslara göre yeniden canlandırmak için önce "rüştiye" denen sivil okullar, sonra bunlar da yeterli bulunmayarak, batı örneğinde idadi, sultani, darülmuallimin, darülfünun ve meslek okulları gibi orta ve yüksek dereceli eğitim kurumları açılmıştır. İlköğretimin zorunluluğu ilk kez bu dönemde getirilmiştir. Batı ile ilişkiler artmış, II. Mahmut içte yeni okullar açmanın yanı sıra, yurtdışına da öğrenci gönderme yoluna başvurmuştur. Batı tesirinde Osmanlı eğitim politikasının şekillenmesinde ihtiyaçların rolü olduğu gibi, Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra izlenmeye başlanılan "Osmanlıcılık Siyaseti"nin de vardır. Tanzimat ve Islahat Fermanları Osmanlı vatandaşı olan herkese dil, din, mezhep ve ırk ayrımı yapılmaksızın eşit muamele yapılması esaslarını getirdiğinden, gayri müslim vatandaşlar devlet memuriyetlerine, çocukları da devlet okullarına alınmaya başlanmıştır. Osmanlı Devlet adamları batı örneğinde kurulan bu okullarda gayri müslim çocuklarını, müslüman çocuklarla beraber yetiştirmişlerdir. Bununla birlikte azınlıklar, Osmanlı Devleti’ne eşit şartlar altında bağlı vatandaş olarak yaşamak değil, elde ettikleri imtiyazlar sayesinde bir an önce siyasi bağımsızlıklarına kavuşmayı arzulamışlardır. Bu nedenle, devlet okullarından çok azınlık okulları ve yabancı okullara rağbet ettiler. Batı tesirinde Osmanlı eğitim politikasının şekillenmesinde etkili bir faktör de "kapitülasyonlar"dır. Kapitülasyonlar, yabancılara, Osmanlı ülkesinde gezmek, adalet, ticaret, din, eğitim ve kültür gibi konularda imtiyazlar tanıyordu. Bu imtiyazlardan yararlanan yabancılar, çok sayıda eğitim ve kültür kurumları açmışlardır. 18. yüzyıldan itibaren, Osmanlı devlet adamları, batı tesirinde Osmanlı eğitim politikasının amacının, hem dini hem dünyevi olması gerektiğini savunmaya başlamışlardır. Zaten batı tesirindeki eğitim politikasının amacı, sadece mevcut sosyo-politik yapının devamını sağlamak değil, bilakis değiştirmektir. Fakat, bir taraftan devlet ve toplum yapısının değiştirilmesini amaçlayan eğitim kurumları kurulurken, diğer taraftan da mevcut yapının devamını sağlayan medreseler ve sıbyan mektepleri muhafaza edilmiştir. 1838 yılında “Meclis-i Umurı Nafia” nın kurulması ve 1839’da Tanzimat Fermanının ilanı ile eğitim ve öğretim kurumlarının ıslahı hızlanmış. Bu kapsamda ilk olarak “Mekâtib-i Rüştiye Nezareti” isminde bir daire kurulmuş. Bu daire Adliye Mektepleri ile Sıbyan Mekteplerindeki kontrol ve yönetim görevini üstlenmiştir. 1845 yılında “Meclisi-i Maarif-i Muvakkat” (Geçici Maarif Meclisi) ve 1846’da (Meclis-i Maarif-i Umumiye” kuruldu. Bu meclis Sıbyan mekteplerini ıslah ederek yedi yaşını dolduran her çocuğun okula gitmesini zorunlu kıldı. Tanzimat Dönemi'nde, askerî okullardan başka, Avrupa'dakilere benzer modern eğitim kurumları açılmış, medrese ve modern devlet okulları dışında, kendi dillerinde eğitim yapan azınlık ve yabancı okulları da kurulmuştur. Bunların doğal sonucu olarak da okullarda okutulan farklı dersler sebebiyle ayrı duygu ve düşünce, değişik kültür ve davranışa sahip insanlar yetişmiş, millî bir kültür oluşturulamamıştır. İlköğretim düzeyinde önce sıbyan mektepleri ıslah edilmek istenmiş, bu mümkün olmayınca, Devlet "iptidai" adlı ilkokullar kurmaya ve modern ders araç ve gereçleriyle modern öğretim metodlarını bu okullarda uygulamaya başlamıştır. Şahıs ve derneklerin kurduğu bu tip iptidaileri de desteklemiştir. Batı tipi öğretmenler, devlet tarafından kurulan öğretmen okullarında yetiştirilmişti. Osmanlı Devleti, eğitime her dönemde büyük önem vermiştir. Devletin zayıflama döneminde ortaya çıkan eğitim alanındaki yenileşme çabaları ise, Osmanlı eğitiminde büyük sıkıntılara neden olan ikiliği doğurmuştur. Bu sürecin yaklaşık bir asır sürdüğü de değerlendirilirse bir birinden tamamen farklı, dünya görüşleri, kültür anlayışları ayrı iki kuşağın oluşması Osmanlının en büyük yarası olmuştur. Kurtuluş Savaşının ardından Osmanlı dönemine ait bütün eğitim kurumları kapatılmıştır. Kapatılan medreselerin sayısı 479’u, buralarda okuyan öğrencilerin sayısı ise 16.000’i bulmuştur. Yeni kurulan ilk, orta ve liselerde ilk olarak din dersleri kaldırılmıştır. Türk okulları gibi azınlık okulları da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanıp, dini ve siyasal amaçlı eğitim yasaklanmıştır. Bu suretle gerçekleştirilen laik eğitim ve Tevhid-i Tedrisat kanunu ile sağlandığı iddia edilen eğitimde birliğin bugün hangi noktada olduğu hepimizin malumudur. Bu sonuçlara bizde tebliğimizin sonunda temas edeceğiz. |
SIBYAN MEKTEPLERİ (2) | ||||
“Sıbyân”, arapça bir kelime olan “sabi”nin çoğuludur. Küçük erkek çocuk anlamındadır. O halde “Sıbyan Mektebi”, küçük erkek çocuklar için açılmış okul demektir. Ancak, ismini erkek çocuktan almış olmasına rağmen, Sıbyan Mekteplerinde kız çocuklar da eşit haklarda okutulmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin eğitim öğretim sisteminin en önemli unsuru, medreseler ve bu kurumların bir önceki kademesini teşkil eden mekteplerdir. Bu dönemde eğitim sisteminin temeli olan ve ilköğretimi oluşturan Sıbyan ya da Mahalle Mektebi adıyla da anılan kurumlar, bizzat devlet tarafından yaptırılmayıp padişahlar, sadrazamlar, vezirler gibi devletin üst kademesinde yer alan kişiler ve ulemadan ve halk arasındaki maddî gücü iyi olan şahıslar tarafından yaptırılırdı. Genellikle okulu yaptıran şahıslar, bu kurumun ebediyyen faaliyet göstermesine yönelik olarak okulun her türlü ihtiyacını karşılayabilecek gelir kaynakları tahsis ederlerdi. Okul yaptırıldıktan sonra okulun bakım ve onarımı ile ilgili masraflar ile okulda çalışan görevlilerin maaşları, okuldaki öğrenciler dahil, yemek ve barınma masrafları gibi okulla ile ilgili bütün masraflar için yeterli gelir kaynakları vakfedilirdi. Böylece eğitim-öğretim için devlet hazinesinden para harcanmadan hizmetler sürdürülürdü. Bir ilköğretim kurumu olan ve 5-6 yaşlarındaki kız ve erkek çocukların devam ettikleri sıbyan okulları, şehirlerde genellikle özel şahıslar tarafından veya vakıflara bağlı olarak kurulurken, köylerde ise halkın işbirliği ile kurulmuştur. Kız erkek ayrımı yapılmadan herkese eğitim imkanı sunmak sıbyan okullarının temel hedefi olmuştur. Yaş esasına dayalı sınıf sisteminin bulunmadığı sıbyan okullarında, farklı öğrenme seviyelerine ve yeteneklerine sahip öğrencilerin eğitiminde kullanılması gereken en uygun öğretim metodu, "ferdi öğretim metodu" olmuştur. Genel değerlendirmesini yapmadan önce Sıbyan Mektepleri ile ilgili bazı rakamlar da verelim: Osmanlı Devleti’nin ilk üçyüz yılı içinde eğitim kurumları bakımında en önemli merkezi Bursa’dır. 16. Asır sonu itibarıyla Bursa’da 50 medrese vardı. Aynı dönemde mektep sayısı da 150 civarındaydı. 1883 yılında Uşak'ta toplam 60 sıbyan ve iptidai mektebi bulunmaktaydı. Öğrenci sayısı ise 2.600’dü. 1906 yılında sıbyan ve iptidai mekteplerin sayısı 135'e, öğrenci mevcudu ise 6.850'ye yükselmişti. Evliya Çelebi kendi dönemindeki İstanbul'da 1933 Sıbyan Mektebi, Bolu merkezde 70 kadar mektep bulunduğunu kaydetmektedir. Afyonkarahisar'da 15. yüzyılda 3, 16. yüzyılda 2, 17. yüzyılda 9, 18. ve 19. yüzyıllarda 5'er, 20. yüzyıl başlarında 10 olmak üzere toplam 34 sıbyan mektebi açılmıştır. Merkez kazada, 1898 yılında 13 sıbyan mektebi bulunmaktaydı. 1872 yılında Adana vilayetinde, Adana Valiliği'ne bağlı, eğitim ve öğretim işlerinden sorumlu bir "Maarif Komisyonu" kurulmuştu. 1880 yılında Adana vilayet merkezinde "Birinci Numune Mektebi" ve "İkinci Numune Mektebi" adlarıyla ilkokul seviyesinde eğitim ve öğretim veren iki okul ve ortaokul seviyesinde dört yıllık eğitim ve öğretim veren bir "Rüşdiye Mektebi" vardı. Yurdun pekçok yerinde olduğu gibi, İstanbul’da da bugün çoğu bakımsız halde kaderine terk edilen bu tarihi yapılar, son dönemlerde Büyükşehir Belediyesi'nin İstanbul'u tarihi dokusuna yeniden kavuşturacak "Tarihi Dokuyu İhya Projeleri" kapsamında restore edilmeye çalışılmaktadır. Bu meyanda çalışmaların sürdüğünü bildiğimiz sıbyan mektepleri şunlardır: Şehzade Sıbyan Mektebi: Şehzade Camii Külliyesi içinde yer alan mektebin röleve restorasyon projesi hazırlanarak kurul onayı alındı ve onarımı tamamlandı. Piyer Loti Sıbyan Mektebi: Eyüp'te bulunan Piyer Loti tesisleri ile birlikte restorasyonu tamamlandı. Kasımpaşa Sıbyan Mektebi: Röleve çizimleri yapılan eserin restitüsyon ve restorasyon çalışmaları hazırlanıyor. Kağıthane Sıbyan Mektebi: Sıbyan Mektebi restitüsyon ve restorasyonuyla birlikte Daye Hatun Camii çevresi de düzenlenecek. Proje çizimine başlandı. İlk etapta tamamlanan ve çalışmaları devam eden bu mekteplerden başka Gedikpaşa'da Katip Sinan, Kadırga'da Üsküplü Yahya Paşa, Vefa'da Recai Mehmet efendi Sıbyan Mektepleri de yapılacak projeler arasında bulunuyor. AMAÇ VE HEDEF Saray Osmanlı Devletind her türlü askeri, idari ve hukuki fonksiyony bir araya toplayan bir odaktı. Geliştirilen eğitim sistemide bu merkeziyetçiliği tamamen aksettiriyordu. Saray, hükümet ve askerlik işlerinde çalıştırılacak her türlü memur sarayın içinde yetiştiriliyordu. Saray dışında eğitim organı olarak sadece Sıbyan Mekteplerini ve Medreseleri görüyoruz. Sıbyan Mektepleri halk çocuklarının öğretimlerinin ilk basamağını teşkil ediyor. Medreseler de öğreti-min ikinci basamağını teşkil ederek, dini ve hukuki bilgiler veriyordu. Saray içinde bulunan Şehzadegân Mektebi programı, aynen Sıbyan Mekteplerininki gibiydi. Kaptan-ı Deryalık, Sadrazamlık, Kazaskerlik, Seraskerlik, Valilik, Elçilik gibi en önemli mevkilerin sahipleri; mimar, hattat, nakkaş gibi san’atkârlar, şairler, âlimler çoğunlukla saraydan yetişiyorlardı. Bu durum elbette ki Sıbyan Mektepleri ders programını son derece kısıtlıyordu. Sıbyan Mekteplerini öğrenciyi herhangi bir mesleğe yöneltme imkanı olmayınca program kendiliğinden sadeleşiyordu. Devlet kurumlarındaki çeşitli işlerde çalışacak kimseler sarayda yetiştiğine ve halk çocukları da babalarının mesleğinden başka bir yol seçemediklerine, bunu da küçük yaştan itibaren çıraklık ederek öğrendiklerine göre Sıbyan Mekteplerinde, öğrencileri herhangi bir formasyona yöneltecek bilgilerin verilmesine de lüzum yoktu. Sıbyan Mekteplerini bitiren öğrenciler için tek açık kapı Medreselerdi ki; Sıbyan Mektebinde öğrenilen şeyler zaten medrese eğitiminin bir başlangıcıydı. Osmanlılar, vakıf sistemi yoluyla elde ettikleri ve devlete hiçbir külfet yüklemiyen bu eğitim kurumlarını kullanmanın en iyi yolunun, tabiyetlerindeki çeşitli topluluklara İslâmiyeti yaymak olduğunu düşünmüşlerdi. Bu temel eğitim yardımı ve yatırımı ile devlete bir birlik kazandırmak mümkün olmuştu. Sıbyan Mektepleri zamanın gelişmelerine göre düzenlenmiştir. Bu eğitim kurumları günümüz eğitim kurumlarının da temelini oluşturmaktadır. İNŞA VE UYGULAMA Sıbyan Mekteplerinin yapılışı ve eğitim programlarını uygulanışı ile ilgili bilgileri elde edebildiğimiz kadarıyla aktarmaya çalışalım. Bu bilgilere ulaşmada önemli kaynaklar, vakfiyeler, mahkeme sicilleri, kütükler ve diğer belgelerdir. Mektep yapma niyetinde olan kişi yada kişiler, bu okula ihtiyaç duyulan mahalle, kendi ekonomik güçlerine göre ve ihtiyacı karşılayacak büyüklükte bir bina inşa eder ve vakfederdi. Ardından, bu kurumun ayakta kalmasını ve faaliyetlerini sürdürmesini sağlayacak, bakım ve onarımında kullanılacak, mütevelli, muallim ve halife gibiidari ve öğretim personelinin ücretlerini karşılayacak, gelir getiren gayrimenkul ya da nakit parayı vakfederek, bunların nasıl idare edileceği vesair konularda ayrıntılı bilgiler ihtiva eden taahhütlerde bulunup vakıf işlemini tamamlardı. Kurucunun belirlediği bütün bu detayların vakıf hükmüne girebilmesi için mahkemece tescil edilmesi gerekliydi. Düzenlenen ve tasdik edilen vakfiyenin bir sureti vakfa verilmekte, bir sureti mahkeme tutanaklarına geçirilmekte, bir sureti de evkaf defterine kaydedilmektedir. Tescili ve bürokratik safahatı tamamlanan mektep, vakıf hükmüne girdikten sonra, vakfiye şartlarına göre görev yapacak muallime,” berât-ı şerîf” verilerek, eğitim-öğretime fiilen geçilmekte ve vakfiyede öngörülen diğer personelin de atamaları gerçekleştirilerek mektepteki tedrisatın aksamadan yürütülmesi sağlanmış olmaktaydı. Vakıflar tarafından yaptırılan mektepler, belli bir süre sonra, değişik sebeblerle küçük veya büyük ölçüde onarıma ihtiyaç duyuyorlardı. Bu masrafın karşılanabilmesi için vakfiyelerde genellikle bir tahsisatın ayrılmaktaydı. Bu tamiratlarda yine mahkemenin izni ile olmaktaydı. Şayet vakfiyenin gelirlerinde tamir için gerekn bedel ayrılamayacak olursa o zaman “Rakabe “ uygulamasına gidiliyordu. Rakabe, vakıflarda bakım ve onarım için yeterli kaynağın olmaması sebebiyle, vakıf mütevellisinin tamir için izin alması durumunda, vakıf çalışanlarının ücretlerini belli bir süre ödemeyerek, biriken parayı tamir için harcaması demektir. Vakıftan maaş almakta olan çalışanların ücretlerinin belli bir süre ücretlerinin tamamının bloke edilmesi, statü olarak onlardan biraz daha farklı olan bir kısım çalışanın ücretlerinin de yarısının kesilerek rakabe fonuna aktarılması ve bunlarla tamir ve bakım işlerinin görülmesi enterasandır. Şöyle ki, Vakıf çalışanları ücretlerini almakta oldukları vakıf ve akarlarının sağlam ve sürekli kalmaları için fedakarlığa rıza gösterdikleri anlamına gelmektedir. Bu da bu kurumların çok uzun zamanlar hizmet etmelerinin bilinen sebeblerinden biri olsa gerektir. Mektepler genellikle kurucuları tarafından bizzat yaptırılırlardı. Bir mektebin inşası için 10 bin akçe ile 50 bin akçe arasında değişen rakamlar harcanmaktaydı. Bu harcamanın yapıldığı mekteplerin fonksiyonel olabilmeleri, hizmetlerinin aksamaması ve vakıf çalışanlarına gerekli ödemelerin yapılabilmesi için vakfa tahsis edilen gayrimenkul emlakinin veya nakit tutarının genellikle 100 bin akçenin altında olmadığı tespit edilmiştir. Mektepler medreselerden farklı bir yapıya sahipti. Bir yada iki katlı, kubbeli veya tonozlu, ahşap yada kâgir olarak inşa edilmişlerdir. Anadolunun her yöresinde birbirinden çok az farklarla aynı yapılmışlardır. Umumiyetle büyük bir dershane halinde, üstü kubbe ile örtülü ve bir dehlizi ile bir abdeshanesi bulunur-du. Kubbeleri daha çok kurşunla, bazen de kiremitle örtülmekteydi. Mekteplerin mahalle içindeki konumları dikkatle incelendiğinde, genellikle sokakların kesiştiği köşe başlarında ve merkezi noktalarda olduğu görülür. Bir külliye içerisinde yer alan mekteplerin dışında, mahalle içinde bulunan mekteplerin, yine de mescit ve cami civarında inşa edilmelerine özen gösterilirdi. Birçok yönüyle bu binaların, kubbeli bölüm hariç, evlere benzedikleri sonucu çıkmaktadır.Mekteplerin fiziksel yapılarının genel ev mimarisine benzemesi, önemli bir husustur. Çünkü, 5-6 yaşlarındaki çocukların mekteplere vardıklarında, psikolojik birtakım öğelerin ağırlıklı olarak kendisini hissettireceği muhakkaktır. Çocukluğunun bu ilk devresinde ev hayatını maddi ve manevi yönüyle yakından teneffüs etmiş yavruların, eğitim- öğretim sebebiyle, yaşadıkları evin dışında bir başka mekana devam etmeleri zarureti, bu ikinci mekanın geleneksel ev mimarisinde yaptırılmasını zorunlu kılmış olmalıdır. Osmanlı sivil mimarisinde evler genellikle iki kattan oluşmakta ve hemen her evin ikinci katı aile halkının yaşayışına uygun hale getirilmekteydi. Mekteplerinde bir çoğu iki katlı yapılmakta ve ikinci katta bulunan kubbeli mekanda öğrencilere ders verilmekteydi. Bütün bunlar, mektep çocuklarının, kendi evlerinden farklı bir ortama geçtikleri bu hassas psikolojik devrede, en azından, fiziksel mekan olarak kendilerini rahat hissetmelerine zemin hazırlamaktaydı. Mutlaka dikkatinizi çekmiştir; cami, medrese ve imaretler daima zemin katta inşa edilmişlerdir. Buna karşılık mektepler genellikle iki katlı yapılmışlardır. Zemin katlarda bazen dükkanlar yer alıyor, bazen de kapalı oyun yerleri, tuvaletler, çeşmeler, sebiller bulunuyordu. Mekteplerde dersler üst katta yapılırdı. Bunun böyle olması şu nedenlerle olabilir:” Çocukların rutubetten korunması. Ders sırasında sokağın günlük gürültülerinden kaçma. Daha uygun bir ışıklandırma arzusu. Öyle anlaşılıyorki, mekteplerin tesisinde çocuk psikolojisi ve pedagojik endişeler önemli yer tutuyor-du. Birçok mektepte dersler kış mevsiminde binanın daha iyi korunan ve ısınan kubbeli bölümünde görülürken; yaz mevsiminde iyi hava alabilen sofalarda eğtim sürdürülmekteydi. Mekteplerin dahili unsurlarından biri de kütüphane olarak kullanılan “dolaplar”dı. Mektep öğrencilerinin okudukları elifbâ cüzleri ile Kur’an-ı Kerim’lerin konduğu bu dolaplarda ayrıca derslerle ilgili diğer araç ve gereçlerde bulunuyordu. Muallim, halife ve öğrencilerin günün büyük bir bölümünü ders yaparak geçirdikleri dershaneler de oldukça büyüktü. Değişen rakamlar olmakla beraber bir dershanede 50-60 öğrenci bir arada ders görebilmekteydi. Dershanelerin zemininin döşeme ile kaplı olduğunu, kubbelerde tepe camları bulundu-ğunu, namaz kılınacak mekanların mermerle döşeli olduğunu, mektep ve bahçesini çevreleyen duvar olduğunu, bahçe olmayan ve yola bakan cephe pencerelerinde parmaklıklar bulunduğunu da biliyoruz. Bu mektepler yapı ve konumları itibariyle günün sosyal şartları içerisinde en doğru yerde durmaktaydı. Bu konunun çok daha detaylı incelenmesi gerekmektedir. Bu ise başlıbaşına bir tebliğ konusudur. ÖĞRETİM VE GÖREVLİ KADROSU Örgün eğitim kurumlarından sıbyan mekteplerinde öğretmenlik "muallimlik" olarak adlandırıldı. Sıbyan okullarında öğretmenlik mesleğine ilişkin görevlerin temeli ve ağırlık merkezi dini öğretmekti. Bu dönemde öğretmenlik mesleğini edinim genel eğitimden ve din adamlığından ayrı bir uzmanlık alanı olarak düşünülmezdi. Bu nedenle öğretmenlik için ayrı bir program veya ayrı bir meslek ve ihtisas medre-sesi yoktu. Ancak, 1862-1867 senelerinde “Dar-ül Mu’allimin-i Sıbyan” denilen öğretmen okulları açıl-mıştı. Mektep denilen ilköğretim kurumlarının öğreticileri arasında ilk sırayı “muallim” almaktadır. Muallim, çocuklara Kur’ân-ı Kerim okumayı, dini bilgileri ve yazmayı öğreten, bu eğitim-öğretimi belli bir müfre-dat dahilinde yapan ve bunun karşılığında ücretini mektebin bağlı olduğu vakıftan alan kişidir. Mektepler, ilmiye teşkilatı içinde bir düzenlemeye tabi değillerdi. Dolayısıyla muallimlerin bu göreve getirilmelerinde, İlmiye Teşkilatı’nın başında bulunan Şeyhülislâm’ın bir müdahalesi olmuyordu. Ancak, mektep muallimleri için “berât-ı şerif” istenmekteydi. Ancak, bu muallimlerin hangi düzeyde eğitim almış olmaları gerektiği konusunda yeterli bilgiye sahip değiliz. Muallimlerin yetişmesini öngören bir program, Fatih devrinde yürürlüğe girmiştir. Eyüp ve Ayasofya Medreselerinin, genel medrese programlarından farklı bir muhteva takip ederek sıbyan mektebi muallimi yetiştirdiklerini biliyoruz. Fatih’in, ilköğretime muallim yetiştirmede öngördüğü ders programında iki önemli özellik öne çık-maktadır. “Programda ‘Âdâb-ı Mubâhase ve Usûl-i Tedrîs’ adında bir derse yer verilmişti. Bu ‘Tartışma Kuralla-rı ve Öğretim Yöntemi’ anlamına gelmektedir. Böyle bir dersin, ilkokul öğretmeni adayları için programda özel olarak öngörülmesi, o çağda ve daha yüzyıllarca sonraları için çok önemli bir yeniliktir. Bu türk eğitim tarihinde olduğu kadar dünya eğitim tarihinde de önemli bir buluştur. Programda fıkıh dersinin bulunmayışı da ayrıca ilginçtir. Fatih, böyle bir dersi genel medrese öğrencilerine uygun gördüğü halde, ilkokul öğretmeni olacaklar için yararlı bulmamış ve öğretmen adaylarının programına almamıştı.” Ancak, Fatih’ten sonra bu tertip kalkmış. Medrese mezunlarına muallimlik yapabilme imkanı getiril-miştir. Bu sayede de memleketteki muallim sayısı kısa zamanda artmıştır. Muallimlerde bu işi yapabilmeleri için bir takım özellikler aranmıştır. Bunlar; sâlih, ilim sahibi, müttaki, yumuşak huylu, terbiye edici. Ayrıca, dinin yüce değerleriyle ahlâklanmış, yaptığı işte Allah rızasını gözeten, içten davranan, insanlara nasihatten geri kalmayan, halkın elinde olana tamah etmeyen, derslerine devam etmeyi esas alan bir kişiliğe sahip olması da istenmiştir. “Sıbyan Mektebinde öğretmenlik yapacak olanlar bir mahallenin şeref ve haysiyet sahibi simaları arasından seçilirdi. Bir öğretmenin, şeref ve haysiyetine uymayan yerlere gitmesi şöyle dursun, avam arasına girip oturması ve mahalle dedikodularına karışması dahi hoş karşılanmazdı.” Okuldaki bütün eğitim-öğretimin birinci derecede sorumlusu muallim olmaktaydı. Ancak muallime görevlerinde yardımcı olan Halife vardı. Halife, mektepte ders yapıldığı esnada, muallim tarafından verilen bazı görevleri yerine getirir. Muallimin derse gelemediği olağanüstü durumlarda dersleri devam ettirir. Öğrenciler arasında daha zayıf olanlar ile ilk kez mektebe başlayanların derslerini çalıştırır ve muallimin önüne gittikleri zaman derse hazır olmalarını sağlar. Halifelerin mektepte görev alabilmeleri için mualliminki gibi bir prosedüre tabi olması gerekliydi. Bunların yanısıra idari kadroda da bir takım görevliler çalışırdı. Bunların en başında Mütevelli gelirdi. Mütevelli, kurulduğu amaçlar doğrultusunda vakfın işlerini idare etmek üzere tayin olunurdu. Vakfiye şartları ve dinin hükümleri çerçevesinde hareket ederdi. Genel anlamda vakfın yönetiminden birinci derecede sorumluydu. Mütevelliler, vakfın öngördüğü şartlara uygun bir şekilde kadı’nın tasdiki ile tayin olunurdu. Mektebin bağlı bulunduğu vakıfta yaşanabilecek her türlü idari problem mütevelliye götürülmekteydi. Muhasebe kayıtlarının kontrolünden, vakıf çalışanlarının sıkıntılarının halline kadar birçok konuda mütevellilerin sorumlulukları bulunmaktaydı. Görevinde ihmal ve kusuru olan mütevelli bu görevinden uzaklaştırılmaktaydı. Nâzır, mütevellilerin vakıf şartlarına göre hareket edip etmediklerini veya vakfa zarar verecek davranışlar içine girip girmediklerini kontrolle görevli bir kişiydi. Nâzır’ın vakfa ait herhangi bir tasarruf yetkisi yoktu. Kâtip, vakıf ve mektebi ilgilendiren bütün yazışmaları yapar. Vakfa giren ve çıkan erzak ya da eşyayı özel defterlere kaydeder. Bevvâb, bazı mekteplerin kapısında giriş çıkışı kontrol eden, mektebe girişte ilk müracaat edilen görevli. Ferrâş, Mektebin iç ve dış temizlik işlerinden sorumlu görevli. Câbî, Vakıf gelirlerinin tahsili ve kontrolü için, her şehir veya köyde görevlendirilen kişiler. Vekilharç, vakfa alınacak hububat, eşya ve malzemeden sorumlu kişi. Şeyh, vakıflarda misafirleri ağırlayan, fakir ve muhtaçları kabul edip, onlara ikramda bulunan kişi. Bunların yanısıra sürekli mektep veya vakıfta bulunmayan, fakat bazı göravleri üstlenen kişiler de vardı. Cüz-hân, Kur’an-ı Kerim’den belirli cüzleri veya belli başlı sureleri okuyan kişilerdir. Berat almadan görev yapamazlardı. Berat almak için bir imtihandan geçiriliyorlardı. Müsebbih, vâkıfın ruhuna hediye edilmek üzere meşhur olan bazı tesbihatları yapan kişilerdi. Vâiz, bazı mekteplerde, dini konularda nasihatta bulunmak için görevlendirilen kişilerdir. ÖĞRENCİLER Peygamberimiz (asv) çocukların eğitimi hakkında şöyle buyurmuşlardır:” Çocuğun aklı başına gelince farzları, vâcipleri, sünnetleri ve âdabı öğretin. Kız çocuğu ise, bunlarla beraber kadınlığa mütealik ev işlerini öğretin. Yedi yaşına vardıklarında namazı öğrenip, 10 yaşında namazını kılmazsa tedip edin.” Bu da göstermektedir ki, kız çocuklarının erkek çocuklarıyla aynı eğitimi görmeleri tenbihi İslâmiyetin başlangıcındanberi vardır. Osmanlı eğitim sisteminde, ilköğretimi alacak çocukların hangi yaşlarda olması gerektiği konusunda net bilgilerimiz yoktur. Ancak, genelleme yapacak olursak bu ilköğretim okullarına başlama yaşının 5-6 olduğunu söyleyebiliriz. Çocukları okula göndermenin ilk dönemlerde zorunlu olmadığını biliyoruz. Ancak, 5-6 yaşlarında bu okullara giden kız ve erkek öğrencilerin 3-4 yıl süren bir eğitim öğretim sürecinden geçtiklerini söyleye-biliriz. Mekteplerin yapılış amaçlarının çoğunlukla yetimler ve fakirler için olduğunu göz önünde bulundurursak, toplumun alt kesiminin eğitim alması için gösterilen çabanın isabeti ortaya çıkar. Zira, daha evvel de işaret ettiğimiz gibi, hali vakti yerinde olanlar zaten bir nevi özel eğitimi çocuklarına sağlamaktaydılar. Mektebe kaydolup başlamak, küçük yaştaki çocukların hayatlarında başlı başına bir olaydı. Meşhur adıyla “âmin alayı”, mekteplerin açıldığı ilk gün muallim ve mektep talebeleri ile mahalle çocuklarının katıldığı bir törendi. Bu tören yürüyüşlü gerçekleştirilmekte ve bu yürüyüş esnasında ilâhiler ve benzeri şiirler okunmaktaydı. Özellikle yaşı küçük çocukların mektebe başlama sevinçlerini kamçılayan bu merasimin, ayrıca ana babaları da, çocuklarının eğitim-öğretimi konusunda motive edici bir unsur taşıdığı muhakkaktır. Çocukları mektebe göndermenin zorunluluk kapsamında olmadığı bir ortamda, bu tür cemiyet ve törenlerin son derece cazibeli olacağı açıktır. Mekteplerdeki öğrenci sayıları, binanın fiziksel yapısına göre değişiklikler gösteriyordu. Mektep binalarının mahallenin büyüklüğüne ve nüfusuna paralel imşa edilerek ihtiyaca cevap vermesi amaçlanıyordu. İhtiyacı karşılamayan durumlarda, bir mektebin yakınına bir başka vakıf tarafından diğer bir bina yaptırılıyordu. Vakfiyelerde genellikle mektepte okutulacak öğrenci sayısı verilmekteydi. Ancak, bir genelleme ile “yetim” ve “fakir” için tesis edildiği konusu öne çıkınca mevcut değişken hale gelmekteydi. Bu kategoriye giren öğrenciler vakıfça birtakım tahsisatlar ayrıldığından sayıları sıkça zikredilmektedir. Ancak vakfiyede yer alan rakamın sadece fakir ve yetimleri kapsamadığı, diğer talebelerle birlikte sayının artacağı şüphesizdir. Mekteplerdeki öğrenci sayılarını netleştirmenin zorluğu ile beraber, o mahallin yetimi, fakiri ve tüm diğer çocuklarını kucaklayacak mahiyette inşa edildiklerini rahatlıkla ifade edebiliriz. Mektep öğrencilerinin tamamını kapsamasa da, yetim ve fakirler için vakıfların belli fonlar tahsis ettikleri, belli miktarda nakdi ödemelerde bulundukları görülmektedir. Çocuklara yapılan bu tür yardımlarda ilk sırayı giyim eşyaları almaktadır. Her mektepte olmasa da bazılarında, çalışanlara ve öğrencilere vakıf ücretsiz yemek vermektedir. Bazı mekteplerde ise talebelere hergün için birer akçe verildiği ve karşılığında birer cüz okunmasının istendiğini de biliyoruz. Yapılan bütün bu yardımların ve sağlanan imkanların çocukları mektebe motive edici özellikler taşıdı-ğını söyleyebiliriz. 5-10 yaşlarındaki çocuklara, elbise alınması, harçlık verilmesi ve benzeri uygulamalar, çocuklara mektebe gitme alışkanlığı kazandırması açısından kazanım demektir.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder